16 Mayıs 2011 Pazartesi

Sürrealizm (Gerçeküstücülük) Video

Sürrealizm (Gerçeküstücülük)

1924'te
Fransa'da ortaya çıkmıştır.
Sürrealistler, Freud'un psikanaliz yönteminden yola çıkmışlardır.
Sanatçı bilinç altındakileri dışa vurarak eserini oluşturur.
Akıl ve mantık değersizdir. İnsanı yönlendiren iç güdülerdir, bilinç altıdır.
Bu akıma göre edebî eserde bir kişinin sevaplarının yanında günahlarının, ahlâka uygun davranışlarının yanında uygun olmayanların da bulunması gerekir.
Bu akımın kurucuları, sanat hayatlarının ilk yıllarında dadaizmin etkisinde kalmışlardır.
Sürrealizm;
Aklın, geleneklerin, alışkanlıkların denetiminden uzak, bilinçaltı gerçeklerini yansıtan yani bilinen gerçekle bağını kesip kendince bir gerçek yaratmak amacını güden edebiyat ve sanat akımıdır. Gerek söz, gerek yazı, gerek başka bir şekil ile düşüncenin hakiki faaliyetini ifade eden saf ruhî bir otomatizmdir. Akıl ve mantığın kontrolünden bütün bed ve ahlaki endişeden kurtulmuş olan düşüncenin tespitidir.
"Gerçeküstücülük, ister söz, ister yazı ile ya da başka bir yolla, düşüncenin gerçek işleyişini ortaya çıkarmak içim başvurulan, içinden geldiği gibi yazma yöntemidir. Bu, aklın denetimi olmaksızın (rüyada olduğu gibi) her türlü estetik ve ahlak kaygısı dışında düşüncenin yazılışıdır".
Andre Breton

Önemli temsilcileri

Andre Breton, Paul Eluard ve Aragon,dali

FÜTÜRİZM

1910 yılından itibaren İtalyan ressamları, Carlo Carrà, Boccioni, Luigi Russolo ve sonra da Giacomo Balla, Gino Severini, Milano'da Marinetti ile buluşarak, XVIII. yüzyıldan o güne kadara durgunluk içinde bulunan İtalyan sanatının durumunu inceledikten sonra onu daha dinamik bir akım yoluyla canlandırmak ve bu suretle batı dünyası içinde kaybetmiş olduğu sanat ve fikir itibarını çağdaş espriye ulaştırmak suretiyle yeniden kazandırmak yolundaki düşüncelerini "Fütürist ressamlar" bildirisiylegenç sanatçılara duyurmayı kararlaştırmışlardır (1910)

Fütürizmin doğuşu, kübizmin yayılmaya başladığı yıllara rastlar. Fütüristler, kübistlerin araştırmalarından faydalanmakla birlikte, resim alanında yeni buluşlara gitmişler ve dikkate değer eserler arasında o zaman başlıca fütürist ressamlar tarafından yapılmış eşzamanlık anlayışı içinde kübist tarza giden kompozisyonlar yer almıştır. Boccioni'nin "Elastiklik", Severini'nin "Uzayda Küre Şeklinde Genişleme" tabloları bunlar arasındadır. Dünden esaslı surette ayrılmış, bugünü geçerek geleceği, onun dinamik varlığına ulaşmayı amaç edinmiş olan Fütürizm, plastik durgunluktan (statik teknik) bir başka duruma geçişi (dinamik teknik) sembolleştirmiştir. Çoğunlukla 
hareketli konular seçilmiş, dansözler, karnaval sahneleri, fabrika, motor, son hızla giden otomobil, uçak, mekanik araçlar gibi boşluk içinde yer değiştiren, değişen temalar üstün tutulmuştur. 1914 - 1918 Dünya Harbi ile Fütürizm hızını kaybetmiş, fakat Marinetti prensiplerinden geri dönmemiştir.

Empresiyonizm, fovizm, kübizm bazı sanat eleştirmenlerince bu sanat hareketlerine alaycı anlamda ve benzetmelerle verilen adlardı, Oysa fütürizm bir grup İtalyan sanatçısının filozofik, politik ve artistik ilkelere ve kavramlara göre oluşturdukları, niteliği ve amacı belli bir sanat hareketidir.
Marinetti'nin manifestosundan bir yıl sonra, 1910 yılında 
resim sanatçıları Umberto Boccioni, Carlo Carrà, Luigi Russolo, Gino Severini, Giacome Balla Milano'da resim sanatı ile ilgili manifestolarını; Boccioni 1912'de fütürist heykeltıraşlık, Marinetti ve mimar Sant'Elia ile ortaklaşa, fütürist mimarlık manifestosunu yayınlamışlardır. 

Resim sanatçılarının manifestosunda, özetle, şu ilkelere yer verilmiştir:

• Her türlü taklit formları hor görülmeli, özgün formlar yansıtılmalıdır.
• Ahenk ve 
güzel duygular hegemonyasına son verilmelidir. Rembrand'ın, Goya ve Rodin'in eserleri kolaylıkla yıkılabilir.
• Sanat eleştirisi yararsız ve zararlıdır.
• Bütün eski sanat konuları terk edilmeli, onların yerine gurur ve hızla dolu 
yaşam ifade olunmalıdır.
• Yenilikçileri sindirmek için kullanılan deli sıfatı bir şeref unvanı sayılmalıdır.
• Hareket ve ışık maddeyi eritmelidir. 



Umerto Boccioni - Dynamism of a Cyclist, 1913
 

Farklı bir kaynaktan Fütürizm: 
Fütürizm yüzde yüz bir İtalyan akımıdır. 1909 yılında ünlü İtalyan yazar ve şairi Tommaso Marinetti, Le Figaro gazetesinde Fütürist akımın prograXmını, prensiplerini, "manifesto" sunu yayımlamış, İtalya'nın ve Fransa'nın sanat çevrelerinin dikkatini üstüne çekmişti. Fütrizmi edebiyata uygulamaya çalışanların başında, Marinetti gelir. Fakat fütürizm kuvvetli şairler yetiştirmemiş, kurucuları bile sonradan kübizme dönmüşlerdir. 
XX. yüz yılın başlarında, büyük siyasî ve askerî olaylar meydana gelmiştir. Bunların sonucu olarak toplumlar, çok acı sosyal dertlerle karşılaşmışlardır. İnsanlar ya şaşkına dönmüş, ya da dünyaya yeni bir yön vermek için, hummalı bir çalışmaya koyulmuşlardır. Gerçek olan bir şey varsa, makina, ekonomik hayata tam güçle girmiş; fabrika gürültüleri bütün dünyayı sarmaya başlamıştır. Böylece insan emeğinin ağır adımları yanında, baş döndürücü bir sürat meydana gelmiştir. Her şey bir dinamizme bağlanmıştır. Bu sürat karşısında sanatçı da kendinde bir hız bulmuş, tablosunu veya şiirini bu dinamizme uydurmak ihtiyacını duymuştur. 
Fütürizm, geçmişin durgun davranışına düşman kesilmiş ve onun belli ve kuralcı alışkanlıklarını beğenmez olmuştur. Fütürizm, içinde bulunduğu: zamanın ve hattâ geleceğin dinamizmine yönelmiş, bu dinamizmin gürültüsünü ve hızını eserlerinde duyurmaya çaışmıştır. Böylece mısralarınm ses örgüsünde makina ve çark seslerini duyurmaya, ruhta bir dinamo gücü meydana getirmeye çalışmışlardır. Sürat ve demir-çelik sesi, şiirde duygu yönünü zayıflatmış, insanın nabzına âdeta bir demir serliği verme çabasına düşmütür

Pop Art

II. Dünya savaşından sonra meydana gelen köklü değişimlerin bir getirisidir. Tüketimi çekici hale getirmek için reklamlar, renkli afişler, hatta resimli dergi ve romanlar kullanılmaya başlanır. Pop Art Sanatı tüketime yardımcı bir reklam aracı olarak doğar, gelişir. 
Claes Oldenburg bu sanatın öncüsü olmuştur. 
20. yüzyılın en sıra dışı sanat hareketi kübizm ve pop art'tı; her ikisi de dönemlerinin kabul gören ve gün geçtikçe rutinleşen sanat akımlarına karşı oluşmuş olan isyanın meyveleriydi. 
Kübizm, ekspresyonistlerin fazla uysal ve teslimiyetçi olduklarını söyleyerek ortaya çıkmış, pop art ise soyut sanatın yapmacıklıktan yıkıldığını iddia ederek patlamıştı, aynen verdiği ses gibi: Pop! 
Bu, bazılarına göre ‘popüler' kelimesinin özeti iken, bazıları için patlayan bir şampanyanın çıkardığı sesi ifade ediyordu. Çok da yanlış bir tanımlama değil aslına bakarsanız, ama o dönemde çıkardığı gürültüyü göz önüne aldığınızda şampanya bile hafif kalır. 
Pop art'ın hikayesi 1956'da İngiltere'de başlar: 
Dönemin çılgın sanatçılarından Richard Hamilton, bilmecemsi, karmaşık, acayip bir kolaj yapar ve adını da “Just what is that makes today's homes so different, so appealing?” koyar. Tablodaki her şey son derece alaycı ve ironiktir; modern dünyayı simgeleyen garip eşyalarla dolu bir salonun ortasında kas manyağı olmuş bir adam durmaktadır, elinde muhtemelen halter niyetine taşıdığı dev bir topitop vardır, kanepede ise kafasına abajur geçirmiş çıplak bir arka sayfa güzeli sakin sakin hayallere dalmıştır. 
O dönem için son derece aykırı bir çalışmadır bu; pek çok insan nefesini tutar ve merakla neler olacağını beklemeye başlar. 
Beklenen patlama 60'larda Amerika'dan gelir. O günlerde pek popüler olan sadelik kumkuması minimalizm, böyle renkli ve canlı bir akımın karşısında fazla bir şey yapamaz tabii ki, kaderine küsüp kenara çekilir. 
Pop art'ın tartışmasız lideri Andy Warhol ve Roy Lichtenstein, Claes Oldenbourg, Keith Haring gibi diğer pop art duayenleri, akademik sanatın gelenekleriyle hemen hemen tüm bağları koparırlar ve soyuta da sırtlarını dönerek halka gerçeği olduğu gibi sunarlar. 
New York dev bir atölyeden farksızdır artık, şehirle birlikte ona bağlı tüm değerler de sanatın içindedir. Araba ilahlaşmış, cinsellik alenileşmiş, konserveler, pizzalar, patlamış mısırlar ikonlaşmış, sinema ise düşler ve yıldızlar üretmeye yarayan mükemmel bir makine olmuştur. 
Çizgi roman başta olmak üzere, medya ve sinema pop artçılar için önemli bir esin kaynağı haline gelmiştir. 
Kendini kabul ettiren şey sıradan bir sanat akımı değil, tam anlamıyla bir ‘hayat tarzı'dır. 
Pop art'ın kült ismi Andy Warhol ise New York'ta kurduğu ve “Factory” adını verdiği atölyesinde sade yaratıcılığın sınırlarını aşıp türlü yeniliklere imza atar. 
Parlak renklerle adeta badana yapılmış Marilyn Monroe, Elvis Presley, Elizabeth Taylor portreleri büyük sansasyon yaratır, Lou Reed'in adıyla anılan rock grubu Velvet Underground'un ilk albümlerinin kapaklarını tasarlar, Coca Cola şişelerini, Campbell's çorbalarının ve Heinz ketçaplarının kutularını boyar. “Tüketim toplumu” olarak bilinen kavram, Warhol için tükenmek bilmeyen bir esin kaynağıdır, bu oburluğu küçümsemek komik olur, zira bütün bu ‘sanat eserleri' daha sonra koleksiyonlarda, galerilerde ve hatta müzelerde baş tacı edilir. 
Çizgi roman karelerinin duvarlarımıza kazandırılması ise Roy Lichtenstein sayesinde olur. Aslında Lichtenstein bir çizgi roman çizeri değildi, yaptığı şey geniş açı klişeler çizmekti: 
Aşk acısıyla ağlayan kadınlar, bir tartışmanın ortasındaki çiftler, alevler içindeki uçaklardan atlayan pilotlar..
Bu klişeleri, ses efektleriyle ve konuşma balonlarıyla da süsleyerek öncesi ve sonrası olan gerçek çizgi roman kareleri yaratıyordu. Bütün diğer pop artçılar gibi, kopyanın kopyasının kopyasını yapan Roy Lichtenstein, pop art'ı gayet güzel özetliyor: 
“Şehirde bir ağacın önüne oturamam, çünkü şehirlerde hiç ağaç yok. Ve bir ağacı düşündüğümde, ağacın medya (filmler, fotoğraflar, reklamlar vs) tarafından yapılan taklididir aslında aklıma gelen. Ben nesnenin kendisinden çok, taklidini algılarım.” 
Claes Oldenbourg ise tam boyutlarıyla oluşturulan ünlü süper-market-galeri “Store”da, gıda maddelerinin ve tanıdık nesnelerin taklitlerini sunar. Bu durum sadece resim, sinema ve müzik dünyasını değil, tasarımcıları da büyük ölçüde etkileyecektir. 
Diğer taraftan İngiltere de boş durmaz; 50'li ve 60'lı yılların Londrası, çılgınlar gibi pop art çağını kutlamaktadır, Peter Blake'in Elvis Presley ve Beatles için yaptığı muhteşem albüm kapakları, Brigitte Bardot için hazırladığı illüstrasyonlar tüm dünyayı etkilemiş, pop tutkusunu zirveye çıkarmıştır.


ROMANTİZM





Romantizm
Romantizm, 18. yüzyıl sonlarında İngilte re ve Almanya'da ortaya çıkan, sonra Fransa' ya ve öteki Avrupa ülkelerine yayılan bir düşünce ve sanat akımıdır. Bu akım edebiyat, felsefe, müzik ve mimarlık gibi alanlarda görü lür. "Romantizm" sözcüğü, İngilizce'de "ro mana benzer", "roman gibi", "romansı" an lamlarına gelen "romantic" sözcüğünden tü remiştir. Romantik dendiği zaman, duygusal romanlarda anlatılan doğa görünümleri ve ruhsal durumlar akla geliyordu. Önceleri ortaçağın edebiyat ve mimarlık yapıtlarını nitelemek için kullanılan romantik sözcüğü 18. yüzyılın sonlarına doğru, "klasik" sözcü ğünün içerdiği anlama karşıt bir anlamda kullanılmaya başlandı. Daha sonra yeni bir edebiyat anlayışını niteler duruma geldi. Bu yeni anlayışta sanatçının kişiliği öne çıkıyor, sanatçıya yaratma alanında alabildiğine öz gürlük tanınıyordu.
19. yüzyılın başlarında romantik tavrı be nimseyen sanatçılar edebiyat alanında bir akım oluşturmaya başladılar; böylece bu akım Romantizm, bu akımı benimseyenler de "Ro mantik" diye anılmaya başlandı. Rasyonaliz min eleştirisi, geleneksel toplum düzenine ve evrenin düzenine karşı çıkmak, ırklara ya da başka nedenlere dayanarak insanlar arasında yapılan ayrıma karşı duyarlılık göstermek bu akımın belli başlı nitelikleriydi. Duygu ve duyumları önemsemek, doğal güzelliklere ta parcasına hayranlık duymak, düş gücüne önem vermek, insanın ruhsal dünyasına eğil mek Romantizm Akımı'nın özellikleriydi. Romantizm'i etkileyen kaynaklar arasında Dante, İspanyol romancılar, Altın Çağ İspan yol tiyatrosu, Shakespeare, Milton, Edmund Spenser, ortaçağ Fransız edebiyatı, eski İs kandinav şiiri, ortaçağ Alman ve Anglosak son şiiri vardır. Bu yeni akım, sanatın ve edebiyatın özü, işlenişi ve sunuluşu konusun da da yeni düşünceler getirdi. Güzellik anlayı şının çağa ve çeşitli uygarlıklara göre değiştiği düşüncesinden hareket eden Romantizm, sa natçının amacına ulaşmasını engelleyen bütün sanat kurallarına, kısıtlamalara karşı çıkı yordu.
Almanya'da Romantizm 1798'de Schlegel Kardeşler'in çıkardığı Athenäum dergisiyle başladı. Klasik dönemin şiir anlayışına karşı çıkan şairlerin ürünleri dergide yer alıyordu. Romantikler ünlü filozof Immanuel Kant'ın düşüncelerinden etkilendiler. Grimm Kardeş ler, Novalis, Ludwig Tieck, Wilhelm H. Wackenroder bu akımın en önde gelen yazar larıdır. İngiltere'de Romantizm Akımı, daha çok lirik anlayış içinde ürün veren William Wordsworth ve Samuel Taylor Coleridge'in 19. yüzyılın baş larında yayımlanan şiirleriyle ortaya çıktı. Bu şairler gündelik dille ve yeni bir anlayışla şiir yazıyorlardı. William Blake, Lord Byron, John Keats, Percy Bysshe Shelley bu akımdan etkilenen öteki şairlerdir. Romanda ise Sir Walter Scott bu akımın temsilcisi sayılır.
Romantizm Akımı en geniş yankısını Fran sa'da buldu. 18. yüzyıl düşünürü Jean-Jacques Rousseau'nun yapıtları Romantizm' in habercisi sayılır. Doğaya, doğa yasaları na, toplumsal değişime önem veren bu düşü nür 19. yüzyıl sanatçılarına yol gösterici oldu.
Fransa'da Romantizm Akımı önce edebi yatta, sonra da siyasal alanda köklü değişim lere yol açtı. Benjamin Constant'ın ve Ma dame de Staél'in 1809-10 yıllarında ortaya çıkan ürünleri Romanfizm'in ilk bildirileri sayılır. 1820'de ise Klasikçiler ile Romantikler arasındaki karşıtlık tümüyle ortaya çıktı. Alphonse de Lamartine ve Victor Hugo'nun romantik şiirleri bu akımın en belirgin örnek leri oldu. Daha sonra bu şairlere Alfred de Vigny, Prosper Mérimée, Balzac, Stendhal, Charles-Augustin Sainte-Beuve, Alexandre Dumas (Baba), Jules Michelet gibi şair ve yazarlar katıldı. 1830'dan sonra ise Théophile Gautier, Alfred de Musset, George Sand, Gérard de Nerval gibi ikinci kuşak şair ve yazarlar Romantizm Akımı'nın temsilcisi ol dular.
İtalya'da Romantizm Akımı'nın öncü me tinleri 1816'dan sonra görülmeye başlandı. Ugo Foseólo ve Alessandro Manzoni bu akımın en önemli temsilcileridir. İspanya'da 1830'larda ortaya çıkan Romantizm Akımı' nın en dikkate değer yazarları ise Angel de Saavedra ve José Zorilla'dır. Öteki Avrupa ülkelerinde Romantizm Akımı 1840'lardan sonra ortaya çıkmıştır.
Romantik anlayışta ilk resimler İngiliz res sam John Constable ile Fransız ressam Eugéne Delacroix'nmdir. Müzikte Romantizm Akımı ise Alman besteci Richard Wagner ile başlar. Romantizm mimarlıkta, özellikle Almanya'da 19. yüzyıl da binaların yapımında özgür ve değişik bir anlayış olarak kendini belli etmiştir. 


Türkiye'de Romantizm
Tanzimat'ın ilanından sonra, 1850'lerin so nunda başlayan edebiyat hareketinde Türk okuru Fransız Romantizmi'nin örnekleriyle karşılaştı. Victor Hugo, Alphonse de Lamar tine, Alexandre Dumas (Baba ve Oğul), Bernardin de Saint-Pierre gibi Fransız yazarların dan, İngiliz oyun yazarı Shakespeare ve Al man yazar Schiller'den yapılan çevirilerle Türk okuru Romantizm Akımı'nın ürünleriy le tanıştı. Başta Ahmed Midhat olmak üzere Namık Kemal, Şemseddin Sami, Recaizade Mahmud Ekrem gibi Tanzimat dönemi yazar ları Romantizm'in etkisinde kalarak ürünler verdiler. Abdülhak Hamid Tarhan, Halid Ziya Uşakhgil, Yusuf Ziya Ortaç gibi yazar larda da bu akımın etkisi görülür. 





REALİZM (GERÇEKÇİLİK)

REALİZM 
(1840-1880)

•Oryantalizm, Romantizm’in bir koluydu. 

•Realistler ise Romantikleri çok duygusal bulduklarından bu akımı başlattılar. 

•Birbirlerine karşı gelişsede bu üsluplar aynı zaman denk gelmektedir. 

•Sadece Fransa’da değil İngiltere, A.B.D ve tüm Avrupada etkili olmuş bir akımdır. 

•Ressamlar eserlerinde gerçekçi olmaya çalışıyorlar.

•Çevrelerini gözlemleyip, çevrelerindeki akraba ve tanıdıklarını model olarak alıyorlar. 

•Buna bağlı olarak gündelik yaşam sahneleri ön planda olur.

•Tarihi konular azalır. 

•Köylüler, köy hayatı; işçiler konu olarak alınır.

•Daha önce Rönesans’ta bu konular ele alınmıştır. Ancak Realizm’de emek ön plana geçer. 

•Değişen sosyal ve ekonomik duruma göre yaşamak için verilen uğraş ön plana gelmiş olur. Buna Sosyalizmin başlangıcı da denebilir. 

•Tam olarak Sosyalizm ön planda değil ama buna zemin hazırlanır.

•Realizm’de resimlere bakıldığında duygular, yüz ifadeleri ve karakterler önemli değildir. Bireylerin sadece bir sınıfı temsil ediyor olmaları önemlidir. 

Daumier orta halli bir aileden, Millet’de köylü, az gelirli bir aileden gelir ve resimlerine bunu yansıtır. 

3.REALİZM
En önemli özelliği, gerçek olanı, gözle görülüp elle tutulanı tıpkı bir ayna gibi ifade etmesidir. Realist sanatçı Courbert “ Ben hiç melek resmi yapmadım, çünkü hiç melek görmedim” demektedir. Realist akımın izleyicileri, bir sanatçının zengin ve görkemli dünyasını tasvir etmek yerine dünya gerçeklerini gözler önüne sermişlerdir. Bu akımın öncüleri Courbert, Corot, Millet ve Honore Daumier’dir.
Ekspresyonizm (Dışavurumculuk)
20. yüzyılın ilk yıllarında, izlenimciliğe tepki olarak doğan bir Sanat akımıdır. Romantizmin bir başka şekli olan anlatımcılık, dış dünyanın İnsan üzerindeki etkisini belirtmeyi bir yana bırakır, gerçekçi görüşün yerine, sanatçının kendine özgü görüşü üzerinde durur.
1900-1935 yılları arasında gelişen akım doğayı ve toplumu nesnel bir bakış açısıyla betimlemeye karşı çıkarak, öznel ya da içsel gerçeğin yansıtılmasını savunmuştur. Özellikle Almanya'da sanat dallarının hepsinde etkili olan akım hem sanatta, hem de toplumda kabul edilmiş biçim ve geleneklere bir başkaldırı niteliği taşımaktadır. Ekspresyonistler ordu, okul, ataerkil aile ve imparatorluk gibi kurumların yerleşik otoritesine karşı çıkarak, toplum dışına itilmiş yoksulların, ezilmişlerin, akıl hastalarının, sokak kadınlarının ve eziyet edilen gençlerin yanında yer almışlardır.

Akım, özellikle yaratıcı, yetenekli sanatçılara yeni bir düzenin ve yeni bir insanın yaratılmasında öncülük yapma gibi ince bir görev yüklemiştir. Eski dönemlere ait sanat ürünlerinde, nahif ve ilkel sanatta ve çocuk resimlerinde ilk belirtileri görülen, dışavurumculuk; en yetkin ve güçlü anlatıma görsel sanatlarda kavuşmuştur. Çizgi ve renk doğadan bağımsız kılınarak duygusal tepkileri yansıtmak amacıyla olabildiğince özgür bir biçimde kullanılmıştır. Kalın boya hamuru, yoğun renk, karşıt değerler ve biçimleri bozma (deformasyon) dışavurumculuğun en tipik özellikleridir.
Vincent van Gogh'un resimle birlikte duygularını da anlatması nedeniyle bu hareketin öncüsü kabul edilir. 



15 Mayıs 2011 Pazar

Empresyonizm (İzlenimcilik), 19. yüzyılda ortaya çıkmış ve bütün sanat dallarını etkilemiştir.
Sanatta dış etkilerin içe yansımasını- içte izler bırakmasını veya bu izlere dayanarak sanat eseri meydana getirilmesini savunan bir sanat akımıdır. Bu akıma, mensup olan
sanatçılar, tabiatı gerçekte olduğu gibi, bütün ayrıntılarına bağlı kalarak değil, ancak ondan edinilen intibalar ölçüsünde ve niteliğinde anlatmayı gaye edinmişlerdir.

İzlenimcilere göre sanatçı doğrudan doğruya gerçeği değil, gördüklerinin kendisinde uyandırdığı duygu ve düşünceleri esas almalı, gerçekçiliği ve nesnelliği ikinci plana atarak, kişisel yorumu ön plana çıkarmalıdır.

İzlenimcilikte, yorumlar ve izlenimler, sanatçıdan sanatçıya değiştiği ve her sanatçı eserinde kendinde oluşan duyguyu ve izlenimi anlatacağı için, meydana getirilen edebî eser, yazarın veya şairin kişiliğine dair izler taşır.

Empresyonistlere göre
sanatçı doğrudan doğruya, gerçeği değil de gördüklerinin kendisinde uyandırdığı duygu ve düşünceleri esas almalıdır. Sanat anlayışlarını varlığın realist ve objektif yorumu esası üzerine kurmak yerine, söz konusu varlığın sanatçıda uyandırdığı intibaları anlatmak, olarak açıklayan bu akıma İntibacılık adı da verilir.

İntibalar, sanatçıdan sanatçıya değişeceği ve her sanatçı, eserinde kendi intibalarını anlatacağı için, meydana getirilen sanat eseri, onu meydana getirenin tam kişiliğini ortaya koyacaktır. Bu özellikleri dolayısıyla empresyonistler, kendilerini çevreleyen dış dünyaya karşı ilgisizdirler. Onların dile getirmek istedikleri, kendi iç dünyalarıdır. Empresyonizm'de objenin kendisi değil, uyandırdığı intibalar önemlidir. Bu bakımdan realizm in karşıtıdır.



İzlenimcilik (Empresyonizm)

İzlenimcilik, Fransa'da 19. yüzyılın so­nunda ortaya çıkan bir resim akımıdır. İzle­nimci ressamlar, yaklaşık 200 yıldır resim sanatını yönlendiren kurallara ve kısıtlamala­ra karşı çıktılar.
Eskiden daha çok konusunu dinden ya da tarihten alan resimler yapılıyordu. İzlenimci­ler çeşitli konulara el attılar. Canlı renkler kullanarak yaptıkları resimlerde taptaze duy­gular ve pırıl pırıl bir dünya sergilediler.
Bunlar, bir görünümü ya da bir düşüncenin yarattığı izlenimleri anlatan resimlerdi. İzle­nimci ressamlar o andaki gerçekliği yakala­maya çalışıyordu. Bunda renk ve ışığın önemi büyüktü. O dönemin bilimsel bulguları, ren­gin nesneye ait bir şey olmadığını, ancak ondan yansıyan ışığın bir özelliği olduğunu ortaya çıkarmış, bu da renge bağımsızlık kazandırmıştı. İzlenimciler nesnelerin, doğa içindeki konumlarına, çevrelerindeki başka nesnelere, hava koşullarına ve günün değişik saatlerindeki durumlarına göre değişen görü­nüşlerini canlandırmaya çalıştılar. Stüdyo ye­rine açık havada çalışarak su, hava, insanlar, yapılar, Güneş ışığının etkisi altında nasıl görünüyorsa, öyle tuvale geçirildi. Kısa fırça darbeleriyle yapılan bu resimlerde bazen mo­zaiği andıran bir görünüm ortaya çıkıyordu.
İzlenimciler'in çoğu aynı konunun çeşitli koşullar altındaki durumunu işleyerek "resim dizileri" hazırladı. Sözgelimi kavak ağaçları­nın ya da nilüferlerin gündoğumundan, gün-batımına kadar saatten saate değişen farklı ışık koşullarındaki durumunu, renklerin, bi­çimlerin ve gölgelerin sürekli değişimini tuva­le geçirdiler.
İzlenimci ressamların ilk temsilcileri olan Claude Monet, Auguste Renoir, Alfred Sisley ve Frederic Bazille ilk sergilerini 1874'te Paris'te açtılar. Monet'nin bu sergide yer alan İzlenim: Gün Doğumu (1872) adlı yapıtı akıma adını verdi. Monet bütünüyle açık havada çalıştığı bu yapıtında, güneşin doğuşu­nu, ışığın su üzerindeki yansımalarını gördüğü andaki gibi parlak renklerle tuvaline yansıt­mıştı.
İzlenimcilik modern resim sanatındaki ilk büyük devrimci harekettir. İzlenimci yapıtla­rıyla ün kazanan Fransız ressamlar Edouard Manet, Edgar Degas, Camille Pissarro, Paul Cezanne ve Berthe Morisot da bulunuyordu. İzlenimciler başta Paris ve çevresi olmak üzere, Manş Denizi ve Kuzey Denizi kıyılarının, Sen Irmağı'nın iki yakasındaki küçük köylerin resimle­rini yaptılar. Bu resimlerin çoğu bugün dün­yanın en değerli sanat koleksiyonları arasın­dadır.İzlenimciler birlikte sekiz resim sergisi dü­zenlediler. Bunlardan, 1874'te fotoğrafçı Nadar'ın atölyesinde düzenlenen ilk sergiye 30, 1886'da düzenlenen sonuncu sergiye ise 17 sanatçı katıldı. 1880'lerin ortalarından sonra, kendi estetik anlayışları doğrultusunda, kişi­sel ve özgün üsluplarını geliştiren bazı ressam­lar, farklı eğilimler gösterdi. Renk ve ışık konusunda yeni teknikler geliştirildi. Geç İzlenimcilik olarak adlandırılan dönemin ön­de gelen adı Georges Seurat, saf renklerin palette karıştırılmadan, noktalar halinde yan yana getirildiği noktacılık (pointilizm) tekni­ğini benimsedi. Paul Cezanne, Vincent van Gogh ve Paul Gauguin, Geç İzlenimcilik izlerini taşıyan eşsiz güzellikte yapıtlar verdi­ler.
İzlenimcilik daha sonra müzik alanında da kendini gösterdi. İzlenimci olarak nitelenen besteciler arasında Claude Debussy ve Maurice Ravel sayılabilir.




İzlenimciliğin özellikleri
  • Akımın en önemli özelliği bir izlenimin uyardığı duy *Bu akımın yazarı, doğrudan doğruya gördüğü gerçeği değil de, gördüklerinin ve islediklerinin kendisi üzerinde bıraktığı izlenimi ve duyumu esas alır
  • Daha çok edebiyatta ve resimde gelişmiştir.
  • Dış aleme, ondaki varlıklara ve nesnelere karşı ilgisizdirler.
  • Edebiyatta, resimde, müzikte okuyucunun, seyircinin, dinleyicinin eserle karşı karşıya gelir gelmez edineceği izlenim bu akımın tatlı, yumuşak, kucaklayıcı, canlı teması olmuştur.
  • Empresyonist sanatçının anlattığı dış dünya değil, dış dünyadaki varlıkların hayâle bürünmüş izlenimleridir.
  • Empresyonistler, etkici ve duygucudurlar. Zaten empresyon, etki - duygu anlamındadır.
  • Empresyonizm, esas olarak ve her şeyden önce özgürlüğün simgesidir, sembolüdür.
  • Hayale ve soyut betimlemelere yer verilmiştir.
  • Her şey sanatçının duyumuna bağlı olarak anlatılır.
  • Objenin kişi üzerindeki izlenimleri önemli olduğu için realizmin karşıtıdır.
  • Sanatçılar eserlerinde kendi iç dünyalarını dile getirmişlerdir.
Temsilcileri 

Resimde Temsilcileri: Auguste Renoir, Claude Monet, Van Gogh, Toulouse Leatrec, Sisley,Cezanne, Camille Pissarro
Müzikte Temsilcileri: M.Ravel, C.Debussy, J.A.Carpenter, O.Respighi, C.T.Griffes, I.Albéniz, P.Dukas
Edebiyatta Temsilcileri: Rilke, Arthur Rimbauld, James Jayce
Türk Edebiyatındaki temsilcileri: Ahmet Haşim, Cenap Şahabettin